Alınan yaştan ziyade yaşadıklarıdır insanı büyüten. Yeni bir benlik kazandıran insanlar değil, olaylardır. Hayat bazen bir satranç oyunudur, her zaman doğru yerde ve doğru hamleyle karşındakini mat etmeni ister. Bazen yenilmek olsa da bu oyunda, her şeye rağmen yaşamak güzeldir aslında. Sevmeyi bilmeli insan. Önce kendini, sonra aldığı nefesi, bazen gökyüzünü, çoğu zaman bir yüreği... Affetmeyi bilmeli bazen ama çoğunlukla doğru pişmanlıkları affetmeli. Hafife almamalı insan duygularını, yok saymamalı en uç kırılımlarını... Saçlarındaki siyahlar kadar aklarına da şefkat dolu olmalı. Ağlaması gerekiyorsa ağlamalı, sevmesi gerekiyorsa sevmeli ve gülmesi gerektiği zamanlarda ise hunharca gülmeyi başarabilmeli. Hayatın kasvetine kapılıp gitmemeli. Elindeki o en değerli olan şeylerin değerini bilmeli. Zamansız hayatın planlı sürecinde saklıdır birdenbire elindekilerin kayıp gitmesi. Her an kaybedecek gibi sevmeli, sevginin büyüsüne kapılıp kendini kaybetmemeli... Kendine hem yol olmalı hem de yoldaş. En iyi arkadaşı yine kendi olmalı, tıpkı en mahrem sırlarını bir tek kendine açabilmesi gibi... Bir yeri terk etmeden önce gideceği yerin soğuk yellerini iliklerinde hissetmeli. Bir vedayı başlatmadan önce merhabanın sıcaklığını hatırlamalı. Hatırlamalı ki vedanın varacağı noktada pişmanlık denizi sarmasın etrafını. Ben kendi payıma şanslı hissediyordum kendimi. Sevgiyi, aşkı, tutkuyu, dostluğu, ayrılığı ve merhabayı doruklarda yaşamıştım. Ağlamam gerektiğinde dizlerimi karnıma çekip ağladım, gülmem gereken anda kahkahayı nerede olmadığıma bakmadan attım. İnsanlar beni dağıtırken parçalarımı ufak ufak toparlayıp onlardan yepyeni bir ben yarattım. Kimsenin kalbine yük, ayağına taş, ruhuna sızı olmadım. Bu hayatı layığıyla yaşamak için ne gerekiyorsa onu yaptım. Yaşamam gerekeni yaşadığım için suçlu aramadım. Ne yaşadıysam hür irademle yaşadım. Şimdi kendime doğru bir yolculuk hazırlığı içindeyim. Kendime dönüyorum. Uzaklara sürgün ettiğim kendimi büyük bir tutkuyla sarmaya gidiyorum.