...Kaynana, küçük gelini seçiyordu hep büyüklerinden. Üç büyük gelin bir yana, küçüğü bir yanaydı. Çünkü küçüğü ablasının kızıydı. O aile çok zengindi. Her şey boldu o evde. Köyler gelse doyardı. Bu kaynana, o zenginlik içinde o üç gelinine yine de kül, kömür yedirirdi. Küçük geliniyse beside kaz besler gibi beslerdi. Biz dokuz ve onuncu aylarda kazları besiye alırdık. Sürenin sonuna doğru kazlar öyle etli, yağlı olurdu ki önlerine koyduğumuz oklavadan adımlarını zor atardı. Bu kaynananın küçük gelini de öyle kilo alırdı.Büyük gelinler doğum yaptıktan sonra zayıflıktan dışarıda zor gezerlerdi, üflesen devrilecekler sanırdın. Küçüğüyse doğumdan yeni çıkınca dersin ki besiden kesilmeye gidiyor.
Kaynananın mandası vardı. Küçük gelinine sütünü içirir, yağını, kaymağını yedirirdi mandanın. Ötekilerine vermek için ise bir kaşık çiğ süte bile kıyamazdı yani üç gelinini hiç görmezdi. Tanımayan, onun gelinleri değil, derdi. Hâlbuki gelinler sayesinde ırgat nedir bilmezdi o ev çünkü ekmeği biri pişirirdi, evi biri temizlerdi, dışarı işlerini de biri yapardı. Her işe onlar koştururdu kısacası. Küçüğüyse oturduğu yerden eziyet çektirmekten başka işe yaramazdı.